Köprüler Kurarken: Farklı Topraklarda Kök Salan Bir Topluluğun Umut, Mücadele ve Kültürel Miras Hikayesi
Yıllardır bu topraklardayız. Çocukluğunu burada bırakıp gelenler artık torun sahibi. Çocuklarımız, bu toprağı gören ve havasını ilk soluyanlar. Birçok kişi, buradan ayrılan yolları gözledi. Gençliğimiz, umutlarımız, alın terimiz ve bileğimizin gücünü bu topraklara adadık. Bir yanımız artık buraya ait. Ancak diğer yanımızı asla unutmadık; o yanımız bizim özümüz, aslımız. Diğer yanımızı tanıyan, bilen ve seven bizler, sevmeyenlere şaşırıyoruz.
Yıllardır buralardayız
Çocukluğunu bırakıp gelenler, şimdi torun sahibi. Bizim çocuklarımız ilk bu toprağı görüp havasını içine çekti. Çok kişi buradan giden yolları gözledi. Gençliğimizi, umutlarımızı, alın terimizi, bileğemizi sermaye ettik buralara. Bir yanımız buralı oldu artık. Ama öbür yanımızı unutmadık elbette. Öbür yanımız biz’dir. Çünkü aslımız özümüzdür. Her şeyini biliriz, severiz öbür yanımızı. Sevmeyenlere anlam veremeyiz.
Tanımadan bilmeden sevmeyenlere anlam vermeyiz. İnsanlık, sağda solda duyduğuna inanmamayı bilmesi gerekecek kadar eski. Yoksa sağda solda söylenenlerin sorumlusu biz miyiz? Beğenilmemek sevilmemek için ne yaptık? Bunu kendimize sorduk mu hiç? Ya da sorulan sorulara bilmeden cevap verenler; adına, atasına, vatanına, milletine leke getireceğini düşünmeden yaşayanlar yüzünden buradaki toplumla bir türlü kaldıramadık aramızdaki uçurumu. Evet, yan yana yaşadığımız insanlarla aramızda uçurum var ve bu uçurumu çok azımız gecebilmişiz. Biz de tanıdıklarımıza ” Sen onlardan farklısın” rengini verdik. Oysa hepimiz insanız. Hepimizin doğasında iyiyi, doğruyu, güzeli sevmek, kötü olandan hazzetmemek var. Hepimiz gülebiliyoruz, ağlayabiliyoruz; korkmayı, utanmayı, ağlamayı biliyoruz.
Özlemek nedir, biliyoruz. Bir şeyin iyisi varken kötüsünü benimsemek akıl kârı mıdır?
İnsan, tanımadığı şeyden korkar, bilmediği şeyi sevmez. Sevmek için neden öğrenmiyoruz ? Tanımaya bilmeye imkânı yoksa duyduklarına, gördüklerine inanır.
Bu yüzden olabilir mi insanlar ve milletler arası bu uçurumlar?
Medeniyetlerin kavgaları hep böyle bir korku yüzünden mi başladı? Elçi yok mu insanlar arasında? Zor mu elçi olmak? Gönül işidir elçi olmak. İnsanları birbirine bağlamak, sevdirmek, mutluluklarını paylaşmak, ihtiyaçlarını karşılamak, birlik ve beraberliğe vesile olmak gönül işidir.
Bizim de gönlümüz güzel değil mi? Üstelik her iki tarafın dilini biliyor ve anlıyorken sabahtan akşama kadarlarını bizzat yaşamışken, doğduğu yeri unutmayan, ekmek yediği tekneyi batırmayan insanlarken niye kavuşturamıyoruz bir uçurumu diğerine. Doğru olanı söylediğimiz de; bizim dediğimize inanacaklar, kendimizi kendimiz gibi tanıtmadık. Bizi iyi tanımadıkları için biz ne yapsak biri diğerini öyle sanıyor.
Kabul etmeliyiz ki, iki tarafın da izlerini taşıyoruz. Bizim oturuşumuza “onlar orada öyle oturuyorlar” denecek, bizim kalkışımıza “onlar orada öyle kalkıyor.” denecek.
Biz farklı Medeniyetlerin ortak yanıyız. Birbirlerini görecekleri aynalarız. Biz milletlerin, medeniyetlerin, kültürlerin birbirini tanıma, barışı, kardeşliği yolundaki uçurumun yakalarını birleştirebilicek köprüyüz.
Tarihte en iyi ve en çok kültürel pazarlama tecrübesine sahip bir milletin mensubu olarak; milletler birbirini sorarken ve biri diğerine gitmek isterken en iyi yolu gösterebilecek olan bizleriz.
Ancak, her sorana verceğin doğru adresi bilmez isen; o adrese gidecekler ki, o adresle gidenler vardıkları yerden hoşnut olmazsa bize de yüz ekşitecek ya da biz kendimizi iyi bilip, ardından bilmeyene doğrusunu göstereceğiz. Başka türlü, dünyada var olmasını istemediğimiz, üzüldüğümüz şeyler devam edecek birileri birilerine kızacak biri diğerini beğenmemeye devam edecek. Çocuklarımız horlanmanın ve devamında kavganın, zulmün olduğu bir dünyada büyüyecek.
Osman Kılıç – Yazar